HİKÂYE ÜNİTESİ
KONULARI (2023 2024)
Dede Korkut hikâyesi
Halk hikâyesi
Mesnevi
Tanzimat Dönemi hikâyesi
Millî Edebiyat Dönemi hikâyesi
HİKÂYE NEDİR? Hikâye, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Hikâye, insan yaşamının bir bölümünü yer ve zaman kavramına bağlayarak ele alan düzyazı türüdür. Bir hikâyede olay ya da durum söz konusu olmalı; kişilere bağlanmalı, olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtilmeli; bunlar sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla ortaya konmalıdır.
Not: Hikâyede, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır.
Hikâyenin unsurları: Mekân, zaman, olay, kişiler, dil ve anlatımdır.
Hikâyede Plan: Serim, düğüm, çözüm
Hikâye, Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan girmiş ve bu türün ilk örnekleri bu dönemde yazılmaya başlanmıştır.
Edebiyatımızdaki ilk yerli hikâye örnekleri Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığı Letâif-i Rivâyât ve Kıssadan Hisse’dir. (1870)
Batılı anlamda ilk hikâye Sami Paşazade Sezai’nin Küçük Şeyler adlı eseridir.
Türk edebiyatında Ömer Seyfettin Maupassant (Mopasan) tarzı hikâyenin, Sait Faik Abasıyanık da Çehov tarzı hikâyenin öncüsü kabul edilir.
Hikâye ile İlgili
Kavramlar
Konu: Hikâyede ele alınan, üzerinde durulan düşünce, durum veya sorun metnin konusunu oluşturur. Konu, somut bir durumu veya sorunu ifade eder.
Tema: Bir metindeki temel duygu veya kavram “tema” olarak adlandırılır. Temaları ifade eden kavramlar soyuttur. Örneğin yalnızlık, aşk, umut, yaşama sevinci gibi kavramlar bir hikâyede tema olarak işlenebilir
Çatışma: Hikâyelerde, farklı düşüncelere, özelliklere sahip olmaktan veya hayat tarzından dolayı yaşanan anlaşmazlık durumları “çatışma” terimiyle ifade edilir. Edebî metinlerde çatışmalar genellikle birbirine zıt kavramlar, değerler çerçevesinde oluşur. Söz gelişi iyi ile kötü, yoksul ile zengin, idealist ile bir amacı olmayan kişiler, kendi özelliklerinden dolayı hikâyelerde karşı karşıya gelirler. Hikâyeler genellikle bu çatışmaların sergilenmesi ve sonuçlanmasını anlatır.
DEDE KORKUT
HİKÂYELERİ
Destan geleneğinden halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünüdür.
Asıl adı “Kitab-ı Dede Korkut Âlâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan” şeklindedir.
Hikâyelerde anlatılan olayların 9-11. yüzyıllar aralığında oluştuğu ve hikâyelerin 15. yüzyılın sonunda yazıya geçirildiği görüşü yaygındır.
Dede Korkut hikâyelerinde Oğuzların kendi iç mücadeleleri, kuzeylerinde yaşayan düşmanlarla yaptıkları mücadeleler, çeşitli olağanüstü varlıklarla karşı verilen mücadeleler ve aşk konuları işlenmiştir.
Hikâyelerde nazım(şiir), nesir (düzyazı) iç içedir. Nazım kısmında belli bir ölçü yoktur. Yarım uyak ve aliterasyonlar boldur. Kahramanların karşılıklı konuşmaları genellikle nazım bölümlerinde verilmiştir.
15. yüzyılda kimliği bilinmeyen bir sanatçı tarafından derlenerek yazılmıştır.
Hikâyeler birbirlerinden bağımsız olmakla beraber çoğunlukla kahramanları ortaktır.
Dil, oldukça sadedir.
Aliterasyonlara sıkça yer verilmiştir.
Zaman zaman olağanüstü varlık (Tepegöz gibi) ve olaylara yer verilmiştir.
Hikâyelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür..
Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder.
Hikâyelerde en önemli meziyet kahramanlıktır.
Dede Korkut’un kimliği hakkında kesin bilgiler yoktur.
Dede Korkut simgesi, hikâyelerin değişmeyen motifidir. Oğuz boylarının başı derde girdiğinde veya sevinçli bir durumu olduğunda "Oğuz bilicisi" Dede Korkut'a danışır; o ne derse o yapılırdı. Çocuklara ad konulacağı zaman Dede Korkut çağrılırdı.
Bu hikâyeler, Türk dilinin en güzel örnekleri olduğu gibi, Türk ruhuna, Türk düşüncesine ışık tutan en açık belgelerdir.
Dede korkut Hikâyelerini ilk kez, Kilisli Rıfat Bilge, Dresden yazmasının bir kopyasına dayanarak 1916’da yayımlamıştır.
Eserin yazma nüshaları Almanya’nın Dresden ve Vatikan kitaplıklarındadır.
Dede Korkut
Hikâyelerinin adları şöyledir:
1. Dirse Han Oğlu Boğaç Han
2. Salur Kazan'ın Evi Yağmalanması
3. Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek
4. Kazan Bey Oğlu Uruz'un Tutsak Olması
5. Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
6. Kanlı Koca Oğlu Kanturalı
7. Kazılık Koca Oğlu Yegenek
8. Basat'ın Tepegöz'ü Öldürmesi
9. Begin Oğlu Emren
10. Uşun Koca Oğlu Segrek
11. Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruz'un Çıkarması
12. İç Oğuz'a Taş Oğuz Asi Olup Beyrek Öldüğü
HALK HİKÂYESİ NEDİR?
ÖZELLİKLERİ
Âşıklar tarafından anlatılan manzum ve mensur bölümlerden oluşan anonim ürünlerdir
Hikâyelerde konu çoğunlukla aşktır. Bunun yanı sıra İslam’ı yayma düşüncesi ile yapılan savaş ve mücadelenin anlatıldığı kahramanlık konulu hikâyelerde vardır. Bu dönemde din ve tasavvuf düşüncesi de hikâyelerde önemli bir yer tutar.
Dil sade, anlatım açıktır.
Hikâyeler anonimdir. Aynı hikâyenin birden çok varyantı bulunur.
Hikâyelerde şiir ve düzyazı karışıktır. Hikâye anlatıcısı olan ozan, halk âşıkları duygunun en yoğun olduğu bölümlerde şiir, türkü okur.
Dinin etkisi ile anlatılarda sihir ve büyünün yerini keramet ve mucizeler alır.
Olağanüstü özellikler azalmıştır.
Türk Halk
Hikâyelerinin Bölümleri
1. Fasıl: Anlatıcının hikâyeye geçmeden önce dinleyiciyi anlatılacak olaylara hazırlamak için birtakım şiirler, türküler okuduğu, tekerlemeler söylediği bölümdür.
2. Döşeme: Hikâyede olay anlatımına geçmeden önce anlatıcı kişi ve olay mekânlarını tanıtır. Hikâye zamanından bahseder. Çeşitli rivayetlere değinir.
3. Asıl Konu: Hikâyenin özünü oluşturan olaylar anlatılır. Çoğunlukla asıl kahramanların öncesi ile hikâyeye başlanır. Bir arayış söz konusudur.
4. Sonuç, Dua: Bu bölümde hikâye ya mutlu ya da mutsuz biter. Çoğunlukla âşıklar birbirine kavuşamaz. Vuslat öte dünyadadır. Halk hikâyelerinde sadece Âşık Garip mutlu biter. Hikâye mutlu bitiyorsa “Duvak Kapama” denilen bir muhammes türkü söylenir.
5. Efsane: Hikâyelerin sonunda gerçek hikâyeden bağımsız olaylar anlatılır. Bunlar kavuşmanın öteki dünyada olduğunu anlatmaya yöneliktir. Efsanelerde sevgililerin mezarlarında iki gül biter. Bu güller kutsal günlerde birbirine sarılır veya mezar çevresinde iki kavak ağacı büyür; bu ağaçlara iki kuş konar ve ötüşürler.
Halk Hikâyelerinin
Kaynaklan
Türk kaynaklı hikâyeler: Dede Korkut Hikâyeleri, Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Emrah ile Selvihan.
Arap kaynaklı hikâyeler: Yûsuf u Züleyhâ, Leyla ile Mecnun.
Hint-İran kaynaklı hikâyeler: Ferhat ile Şirin, Kelile ve Dimne.
CENK-NAME NEDİR? Cenk-nâme, yani gazavat-nâme türü Türk edebiyatında başta Hz. Ali olmak üzere Hz. Muhammed, sahabeler etrafında dönen; genellikle Müslümanlarla, Hristiyanlar ve dine inanmayanlar arasında cereyan eden; hadiseleri, mübalağalı, mucizevî ve gerçekleşmesi mümkün olmayan olaylarla anlatan edebî bir türdür. Hazreti Ali çevresinde teşekkül eden cenknâmeler, XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu sahasında tercüme, telif ve adapte yoluyla işlenmiştir. Sözlü gelenekte var olan cenknâmeler, daha sonra yazıya geçirilmiştir. Cenknâmelerin büyük bir kısmının günümüzde yeniden ele alınıp hikâyelere konu edilmesiyle bu eserler, modern Türk hikâyeciliğine kaynaklık etmiştir. Cenknâmeler; şekil bakımından nazım, nesir veya nazım-nesir karışık olarak kaleme alınmıştır. Hz. Ali, olaylarda sürekli sahnede kalan örnek cengâver-gazi tipini temsil etmektedir. Müslim-gayrimüslim mücadeleleri fikri üzerine kurulmuş cenknâmelerde Müslim ve gayrimüslim olmak üzere iki tip vardır. Somut veya hayalî varlıklar cenknâmelerde sürekli sahnededir.
MESNEVİLER
Tanımı: Her beytinin dizeleri kendi arasında kafiyeli, aruz vezninin kısa kalıplarıyla yazılan, divan şiirinin en uzun nazım biçimine mesnevi denir. Mesnevi İran edebiyatının ürünüdür. Ancak Türk edebiyatına ait mesneviler en az İran edebiyatındakiler kadar güzeldir.
Divan şiirinde anlam ve kavramlar bir beyitte tamamlandığı için şair, her beyte iki uyak bulmak zorunda olduğundan, mesnevi en kolay nazım biçimi sayılır. Bu nedenle mesnevi kısa konularda pek kullanılmamıştır.
Mesnevinin Bölümleri
Dibace: Mesnevinin ön sözüdür. Manzum veya mensur olabilir.
Tevhid: Allah’ın birliği ve bütünlüğü anlatılır.
Münacaat: Allah’a yalvarış ve yakarışlarda bulunulur
Naat: Hz. Muhammed (S.A.V.) övülür
Miraciye: Miraç olayı anlatılır
Medh-i çihar-yâr-i güzîn: Genellikle dört halife övülür. Dört halife dışında devrin büyükleri de övülebilir.
Medhiye: Mesnevinin sunulacağı kişiye övgüler bulunur.
Sebeb-i telif: Mesnevinin yazılış nedeni belirtilir.
Âğâz-ı dâstan: Mesnevinin asıl konusunun bulunduğu bölümdür.
Hatime: Mesnevinin bittiğini belirten bölümdür.
Mesnevinin
Özellikleri
Her beyti kendi arasında kafiyelidir. Yani beyitler aa, bb, cc, dd... şeklinde kafiyelenir.
Bu şiirlerde konu ve beyit sayısı bakımından sınır olmadığı için divan şairleri bu tür ile uzun şiirler yazmışlardır. Örneğin Mevlana’nın Mesnevi’si 25.700 beyittir.
Edebiyatımıza İran edebiyatından geçmiştir.
Mesnevide beyitler, kendi içinde anlam birliğine sahiptir, beyitler arasında konu birliği gözetilir.
Her beytin ayrı ayrı kafiyelenişi yazma kolaylığı sağlar.
Uzun mesnevilerde monotonluğu ortadan kaldırmak için hikâye kahramanının ağzından söylenen gazellere de yer verilmiştir.
Bazı şairler beş veya beşten fazla mesnevi yazmışlardır. Bunlar da ayrı isimlerle anılır. Beş mesnevinin bir araya gelmesiyle oluşturulmuş esere hamse denir. Ali Şir Nevâî, Taşlıcalı Yahya, Hamdullah Hamdi, Nergisî hamse şairlerinden bazılarıdır.
Aruzun kısa kalıpları ile yazılır.
Edebiyatımızda mesnevi türünün ünlü isimleri şunlardır: Fuzûlî, Şeyhî, Nâbî, Şeyh Galip.
Türk Edebiyatında
Mesnevi
Türk edebiyatında ilk mesnevi, 11. yüzyılda Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig “Kutlu Olma Bilgisi” adlı eseridir.
13. yüzyılda Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin, yazıldığı nazım şekliyle anılan büyük eseri, Mesnevî-i Mânevi’si Farsça olduğu hâlde, Türk şairleri üzerinde yüzyıllar boyunca bıraktığı geniş etkisi bakımından sözü edilmeye değer çok önemli bir eserdir. Bu yüzyıl sonunda Şeyyad Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi edebiyatımızın ilk aşk mesnevisidir.
14. yüzyılda Kutb’un, Nizamî hamsesinden yararlanarak ve kendisinden çok şeyler katarak yazdığı, Husrev i Şîrîn mesnevisi de daha sonra birçok kez yazılacak olan Hüsrev ü Şirin hikâyelerinin ilkidir. Büyük mutasavvıf şair Yunus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye adlı eseri ahlaki ve öğretici, küçük bir mesnevidir.
15. yüzyıldan başlayarak mesnevi, Türk edebiyatında hızlı bir gelişme göstermiştir. Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ı, ayrıca yüzyılın büyük şairlerinden Germiyanlı Şeyhî’nin Genceli Nizâmî’den etkilenerek yazdığı Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi dönemin tanınmış mesnevileridir.
16. yüzyıl, Türk edebiyatında en büyük mesnevi şairlerini yetiştirmiştir. XVI. yüzyılın bütün öteki nazım şekillerinde olduğu gibi mesnevide de üstadı Fuzûlî’dir. Beng ü Bâde ve Leylâ vü Mecnûn adlı mesnevileriyle de mesnevi edebiyatımıza birer şaheser kazandırmıştır.
17. yüzyılın başlıca mesnevi şairleri Ganîzâde Nâdirî, Nev’îzâde Atâ’î ve Nâbî’dir. Mesnevide bu yüzyılın en büyük şairi olarak Nâbî’yi saymak gerekir. Nâbi; Hayriyye, Hayrâbâd ve Sûrnâme adlı mesnevileriyle haklı bir ün kazanmıştır.
18. yüzyılda mesnevi şairi olarak Şeyh Galip, Sümbülzade Vehbi ve Enderunlu Fâzıl belli başlı isimlerdir. Bu yüzyılda yeni ve daha değişik konular ele alınmıştır.
TANZİMAT DÖNEMİ
HİKÂYELERİNİN ÖZELLİKLERİ
İlk hikâyelerde meddah tarzının etkisi ve tekniği görülür
Eserler genelde duygusal, acıklı konular üzerine kurulmuştur.
Yanlış Batılılaşma (alafrangalık özentisi) tutsaklık, cariyelik, zorla evlendirilme, kadın-erkek eşitsizliği, ahlaki ve sosyal konular sıklıkla işlenmiştir.
Başlangıçta Fransız hikâyecileri örnek alınmıştır.
Tanzimat 1. Dönem sanatçıları romantizm etkisiyle ve toplumu bilinçlendirmek amacıyla edebi eserleri bir araç olarak kullanmışlardır, bu yüzden eserlerin çoğu teknik açıdan kusurludur.
Halka seslenen yazarlar nispeten sade dille; aydın kişilere seslenen yazarlar ise ağır bir dille yazmışlardır.
Tanzimat edebiyatı birinci döneminde “romantizm”, ikinci dönemde ise “realizm” ve “natüralizm” akımının etkisi görülür.
Olayların geçtiği mekânlar çoğunlukla İstanbul ve semtleridir.
Eserlerde kişiler romantizmin etkisiyle tek yönlü ele alınmıştır. İyiler tamamen iyi, kötüler de tamamen kötüdür.
Yer ve çevre tasvirleri çoğu zaman eseri süslemek için yapılmıştır.
Hikâyeler gazetelerde bölümler halinde yayımlanarak okuyucuya ulaştırılmıştır.
SERVETİFÜNUN HİKÂYESİ
GENEL ÖZELLİKLERİ (1896-1901)
“Sanat sanat içindir.” anlayışına bağlı kalınmış, halka seslenmek düşünülmemiştir.
Maupassant tarzı (olay hikâyesi) hikâye tercih edilmiştir
Aşk, kadın, evlilik, tabiat, yalnızlık ve ümitsizlik gibi bireysel temalar işlenmiştir.
Olaylar genelde İstanbul’da geçer. (II. Abdülhamid devrinde gezi özgürlüğü olmadığından sanatçılar, İstanbul dışındaki yerleri yeterince tanıyamamışlardır.
Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların kullanıldığı, tasvir tahlillerin yapıldığı, edebi açıdan ustalık isteyen bir dil kullanılmıştır.
Geleneksel hikâye tarzı bırakılmış, Batılı tarzda hikâyeler yazılmıştır.
Realizm ve natüralizm etkileri görülür.
Teknik kuvvetlenmiş, gereksiz tasvirler yapılarak ya da gereksiz bilgi verilerek hikâyenin akışı kesilmemiştir.
Yazar eserde kişiliğini gizlemiştir. Olaylar yazarın gözüyle değil, eser kişilerinin bakış açısıyla verilmiştir.
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ
HİKÂYE ÖZELLİKLERİ (1911-1923)
Tanzimat’ta başlayan Servetifünun’da olgunlaşan hikâye, Millî edebiyat Dönemi’nde dilde sadeleşme hareketleriyle bir hayli gelişmiştir.
Millî edebiyat hikâye yazarları her şeyden önce İstanbul’un dışına çıkarak yani Anadolu’ya giderek Anadolu insanı konu edinmişlerdir.
Bu dönem hikâyecileri eserlerinde yurt sorunlarını gözleme dayalı olarak anlatmıştır.
“Sanat toplum içindir.” anlayışıyla eserler verilmiştir.
Genellikle yazarlar, kendi yaşadıkları zamanı hikâyelerinde kullanmışlardır.
Özellikle o dönemde olaylar, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı veya Kurtuluş Savaşı zamanlarında geçmektedir. Bazen de millî şuur ve Osmanlı döneminin güçlü olduğu zamanlardan hikâyeler yazmışlardır.
Bu dönemde en çok işlenen konular; yurtseverlik, cehalet, halkın çektiği acılar, çağdaşlaşma ve geri kalmışlık gibi temalardır.
Hikâyenin teknik bakımdan geliştiği bu dönemde sade ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır.
Bu dönemin hikâyelerinde kişi kadrosu zenginleşmiş, toplumun her kesiminden insan hikâyelerde işlenmiştir. Kahramanlar, hem ruhsal hem de fiziksel betimlemeleriyle yaşadıkları çevre içerisinde işlenmiştir
Millî Edebiyat Dönemi’nin Ömer Seyfettin’den başka önde gelen hikâyecileri; Refik Halit Karay, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Aka Gündüz, Reşat Nuri Güntekin’dir.
BİYOGRAFİLER
SAMİ PAŞAZÂDE SEZAİ
(1860-1936)
Edebiyatımıza ilk küçük hikâyeyi getiren Tanzimat edebiyatı roman ve öykü yazarıdır.
Romanımızı realizme yönelten bir sanatçıdır.
Batılı anlamdaki ilk hikâye örnekleri olan Küçük Şeyler onun eseridir.
Hikâye ve romanlarında halkın içinden kahramanları, kendi dilleri ve günlük yaşamlarıyla vermiştir.
Hikâyelerinde romanlarından daha güçlü bir teknik vardır.
Şiirde romantizmin roman ve hikâyelerinde realizmin etkisi görülür.
ESERLERİ:
ROMAN:
Sergüzeşt (1889)
ÖYKÜ:
Küçük Şeyler (1892)
ÖMER SEYFETTİN (1884
– 1920)
Maupassant (klasik vak'a hikayesi) tarzı olay hikâyeciliğinin bizdeki en büyük ismidir.
Genç Kalemler dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan” makalesiyle dilin sadeleştirilmesi gerektiğini savunmuştur.
Realizm akımının etkisi altındadır.
Hikâyelerinde “milli’ bilinci uyandırma ve güçlendirme amacı taşımıştır.
Hikâyeleri teknik açıdan zayıftır, tasvirlere, psikolojik tahlillere önem vermez, daha çok olayı ön plana çıkarır.
Hikâyelerinin konularını
Milli tarih (daha çok Osmanlı tarihi) çocukluk, askerlik anıları ve günlük hayat oluşturur.
Hikâyelerinde menkıbe, efsane, destan, halk fıkraları ve tarihten yararlanmıştır.
150’den fazla hikâyesi vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder