30 Mart 2020 Pazartesi

12. SINIF 1. ÜNİTE GİRİŞ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERS NOTLARI (2023-2024)

1. ÜNİTE GİRİŞ
12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERS NOTLARI  (2023-2024)


1. GİRİŞ ÜNİTESİ KONULARI
EDEBİYAT İLE FELSEFE ARASINDAKİ İLİŞKİ
EDEBİYAT İLE PSİKOLOJİ VE PSİKİYATRİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
DİLİN TARİHÎ SÜREÇ İÇERİSİNDEKİ DEĞİŞİMİNİ ETKİLEYEN SEBEPLER
İLK ÖRNEKLERDEN GÜNÜMÜZE TÜRKÇENİN ÖNEMLİ SÖZLÜKLER
EDEBİYAT-FELSEFE İLİŞKİSİ

Edebiyatın da felsefenin temeli insandır, her ikisinin de iletişim aracı dildir. Kimi zaman sanatçılar düşüncelerini edebi eserlerde ortaya koyduklarından felsefede yararlanırlar. Kimi zaman da felsefeciler edebi metinlerden yararlanırlar.

Örneğin klasisizm akımına bağlı sanatçılar, Descartes’in “Rasyonalizm” ine göre yaşamı ve insanı anlatmıştır. Bu durumda edebiyat doğrudan felsefeden, felsefi düşünce sisteminden yararlanmış olur.

EDEBİYAT İLE DÜŞÜNCE AKIMLARI – FELSEFE ARASINDAKİ İLİŞKİ
Soyut bir düşünce sistemi olan felsefede de bir sanat dalı olan edebiyatta da hammadde olarak insan işlenmektedir. Felsefe ve edebiyatta öncelik insan olmakla beraber düşünme ve ortaya bir şey koyabilme gibi bir amaç bulunmaktadır. Ortaya konulan bu ürünlerin ifade edilmesinde kullanılan malzeme ise dil olduğundan iki alan arasında bir ortaklıktan bahsedebiliriz
İnsanoğlu dil gelişimini gerçekleştirmekle birlikte duygu ve düşüncelerini aktarma ihtiyacı hissetmiştir. Duygu ve düşüncelerin aktarılmasında edebiyat sanatı her zaman ön planda olmuştur ancak zamanla bu aktarım faaliyetleri sorgulamaya dönüşerek felsefe adıyla yeni bir biçim kazanmıştır. Bu nedenle edebi faaliyetlerin bir sonucu olan felsefe ile edebiyatı ayrı düşünmek bir hata olacaktır.
Her edebi eser, yazarın bir düşünce eylemi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Yani yazar edebi eserlerini belli bir düşüncenin temelinde oluşturmaktadır. Eğer eserin arka planında bir düşünce yatmazsa o ürünü kurgulamak, olayları, kişileri ve metni yapısal olarak ortaya koymak da mümkün olmazdı.
Düşünme yeteneği insanların en önemli özelliğidir. İnsanların sağlıklı ve başarılı bir yaşam sürebilmeleri için düşünmeye, düşünceye ihtiyaçları vardır. İşte bir yazarın da edebî metin ortaya koymasında onun düşünceleri ön plana çıkmaktadır.
Edebi metinler düşünceler üzerine bina edilmiş birer yapıdır. Bu düşünceler eserin dinamiklerini oluşturur. Bu düşüncelere sahip olamayan metinlerde olayları kurgulamak ve kişileri anlatmak imkânsızdır. Bu da düşünceyi metnin yapısal özelliğini göz önüne aldığımızda zorunlu kılmaktadır.Ancak bu düşünce bir felsefî metinde olduğu gibi, edebî metnin tamamına yayılmaz. Edebi metinlerde düşünceler yüzeysel olarak ifade edilir. Felsefi düşünceler ancak birkaç cümleyle felsefeye özgü olarak edebi metinlerde anlatılabilmektedir. Bundan dolayı da felsefenin konusu olan bir düşünce edebi metnin tamamına yaymak mümkün değildir. Bunu yapmak edebi metnin anlayışına ters düşer ve edebi metin özelliğini kaybettirir.
Felsefe maddeyi ve insanların birbirine karşı ya da doğaya karşı yaşamasını çeşitli yönleriyle inceleyen bir sistemdir. Bazen edebi metinleri araç olarak da kullanmaktadır. Bu da edebi metinlerin arka planında düşünceye dayalı ifadelerin yer almasından kaynaklanmaktadır.

Edebi metinlerde yer alarak toplumsal yaşamı etkileyen bu düşünceler felsefi metinlerden farklı olarak değiştirilip edebi metnin anlayışına dönüştürülerek yeniden şekillenir. Bu açıdan baktığımızda yüzlerce sayfa süren bir edebi metnin arkasında bir cümleyi aşmayacak düşüncelerin yer aldığı görülmektedir. Albert Camus’un Bulantı, Düşüş gibi romanlarında egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) akımıyla ilgili felsefenin ele alındığı görülmektedir.

EDEBİYAT-PSİKOLOJİ VE PSİKİYATRİ İLİŞKİSİ

Edebi eserler, insanı tüm yönleriyle incelemeyi ve tanıtmayı amaçlar. Geniş ruh çözümlemeleri yapar, insanın iç dünyasını, duygu ve hayallerini anlatır. Böylece okurun “insan” denen varlığı çok yönlü olarak tanımasına yardımcı olur. Bireyin iç dünyasını konu alan bu eserler, hem psikolojiden yararlanmış hem de psikoloji bilimine katkı sağlamış olur. Dostoyevski'nin ünlü romanı Suç ve Ceza'daki Raskolnikof hırsı, suça meyli, suçluluk psikolojisi, gelgitleri, vicdan muhasebesi gibi yönleriyle başarıyla yansıtılmış bir karakter olarak karşımıza çıkar.


EDEBİYAT VE PSİKOLOJİ ORTAK ÖZELLİKLERİ
Edebiyat ve psikoloji biliminin asıl malzemesi olarak insandır.
Edebiyat ve psikoloji insanı bir bütünlük içinde kavrayarak onun doğasına yaklaşma gayretindedirler.
Genel olarak her ikisinin de insan ruhunu kavramaya, onun düşünce, davranış ve duygularına yön veren bilinçaltı süreçlerine daha yakından bakmaya ve onu çevresinden koparmadan bir “bütün” olarak görmeye çabalayan çalışma sahaları olduğu görülür.
İkisinin de ürün ve verileri birbirleri için önemli malzemelerdir. Örneğin Mehmet Rauf'un Eylül; Peyami Safa'nın Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanları psikoloji biliminin önemli malzemesidir.

EDEBİYAT-PSİKOLOJİ ARASINDAKİ FARKLAR
Edebiyat güzel sanat etkinliğidir; psikoloji ise insanın bilişsel süreçlerini, insan ve hayvan davranışlarını birlikte araştıran bilim dalıdır.
Edebiyatta amaç estetik haz vermektir. Psikolojinin temel amacı ise insan davranışlarını anlama ve tanımadır.
Psikoloji insanı doğal gerçekliğiyle ele alır edebiyat ise kurmaca bir dünya içinde ele alır.
Her ikisi de insanı ele alır fakat edebiyat daha geniş ve kapsayıcı bir anlatımı benimser.
Yöntem ve teknikleri birbirinden farklıdır.  hazırladı

DİLİN TARİHİ SÜREÇ İÇİNDE DEĞİŞİMİNİ ETKİLEYEN NEDENLER
Toplumdaki siyasi, sosyal, kültürel ve teknolojinin getirdiği yenilikler toplumla sıkı ilişkide konuşma ve yazı diline yansır.
Örneğin 10.yüzyıldan itibaren İslamiyet’i benimseyen Türklerin hem yaşantılarında hem de dil ve edebiyatında çeşitli değişimler olmuştur. Türk dili İslamiyet'ten önce büyük oranda saf bir nitelik taşımaktadır. Bu dönemin zihniyetini şekillendiren unsurlar ise Budizm ve Manihaizm gibi dinler olmuştur. İslamiyet'ten sonra ise yoğun kültürel etkileşime girilen Arap ve İranlıların dilleri Türkçeyi önemli ölçüde etkilemiştir. Dilimize Arapça ve Farsçadan günümüzde de hâlâ sıkça kullandığımız birçok kelime geçmiştir.

İLK ÖRNEKLERDEN GÜNÜMÜZE TÜRKÇENİN ÖNEMLİ SÖZLÜKLERİ
Önceleri “sözlük” kelimesi yerine “lügat” ya da “kamus” kelimeleri kullanılırdı.

1. Divanü Lügâti’t-Türk: Türk dilinin ilk sözlüğü, Kâşgarlı Mahmud’un yazdığı Divanü Lügâti’t-Türk ‘tür. Kâşgarlı, 1072 yılında yazmaya başladığı eserini 1074 yılında tamamlayarak Halife Muktedî Biemrillah’a sunmuştur. Divanü Lügâti’t-Türk, bütün Türk illerini ve dillerini kapsayan, bin yıl öncesinin Türk toplulukları hakkında önemli bilgiler içeren kaynak eserdir. Eserde 7500 sözcüğün açıklaması vardır.

2. Mukaddimetü’l-Edeb: Divanü Lügâti’t-Türk’ten yaklaşık altmış yıl sonra ise Harezm sahasında
hazırlanmış olan Arapça öğrenmek isteyenlere yararlı olabilecek bir eserdir. Türk asıllı olmakla birlikte Arap sözlükçülük geleneğinde önemli bir yere sahip olan Zemahşeri’nin yazdığı bu eser, Harezm Türkçesi için dil malzemesi içermektedir.

3. Codex Cumanicus: Karadeniz’in kuzeyinde yaşamış olan Kuman (Kıpçak) Türklerininin söz varlığı ve sözlü edebiyat ürünleri ile ilgili derlemelerden oluşan Codex Cumanicus’un XIII. yüzyıl sonlarında hazırlandığı sanılmaktadır.
4. Muhakemetü’l-Lügateyn:  Ali Şir Nevai’nin 15. yüzyılda yazdığı Muhakemetü’l-Lügateyn adlı eseri de Türkçe ve Farsçayı karşılaştıran bir eserdir. Bir çeşit dil bilgisi kitabı olan bu eser, Türk dili hakkındaki görüşleri ve Türk kültürü hakkında bilgiler içermesi bakımından önemlidir. Yazar, Türkçenin gücünü ortaya koymaya çalışırken Türklerin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşantısı içinde geçen pek çok terim ve kelimeyi kullanmış, açıklamıştır. Eser bu yönüyle de bir sözlük olarak kabul edilmektedir.

TÜRKÇEDEN TÜRKÇEYE SÖZLÜKLER
Türkçeden Türkçeye sözlükler 18. yüzyıldan itibaren hazırlanır.

5. Mehmed Esad Efendi’nin Lehcetü’l-lügat (XVIII. yüzyıl)
6. James W. Redhouse’un Müntahabat-ı Türkiyye (1842)
7. Müntahabat-ı lügat-ı Osmaniyye (1852)
8. Ahmed Vefik Paşa’nın Lehce-i Osmani (1876)
9. Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türki (1900) adlı sözlükleri Türk sözlükçülüğünün en önemli ürünlerinden yalnızca birkaçıdır. Bunlar içerisinde Kamus-ı Türki kendisinden sonra hazırlanan pek çok sözlüğe kaynaklık etmiş, sözlükçülüğümüzün dönüm noktalarından olmuştur.
10. Lügat-i Naci-Muallim Naci 1890
11. Türkçe Sözlük: Türk Dil Kurumunun ilk baskısını 1945’te yayımladığı ve bugüne kadar on bir baskısıyapılan Türkçe Sözlük günümüz Türk sözlükçülüğünün temel eserlerinin başında gelmektedir.
Türkçenin söz varlığını ortaya koyacak bir sözlük hazırlanması düşüncesi, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin 12 Temmuz 1932 günü kuruluşuyla birlikte gündemde yer almaya başlamıştır.

Türk Dil Kurumunun son yıllarda çalışmalarını bilim uygulamalarıyla yürütmesi ve yine bilişim
uygulamalarıyla kullanıma sunması, sanal ortamda Türkçenin başvuru kaynaklarının artmasını sağlamıştır.


12. Sanal Ortamdaki Sözlükler: Türk Dil Kurumunun 2002 yılında kullanıma sunduğu Güncel Türkçe Sözlük ’ten sonra geçen zaman içerisinde Kişi Adları Sözlüğü, Bilim ve Sanat Terimleri Ana Sözlüğü, Türkçede Eş ve Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü, Türk Lehçeleri Sözlüğü, Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü, Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü, Tarama Sözlüğü, Sesli Türkçe Sözlük, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü de erişime açılmıştır.




SÖZCÜKTE ANLAM
SÖZCÜK ANLAMI
Anlamı olan en küçük ses birliğine sözcük denir. Sözcükler cümleyi oluşturan unsurlardır. Sözcükler kendi başlarına anlamlı olmakla birlikte cümlede de anlam kazanır ve bu nedenle de değişik anlamlarda kullanılabilir. Şimdi bu anlamları görelim.

GERÇEK VE MECAZ ANLAM
Gerçek anlam, bir sözcüğün temel anlamıdır. Buna sözcüğün ilk akla gelen anlamı da denir. “İnce” sözcüğünü ele alalım. Gerçekte “kalın karşıtı” olan, nesnelerin eni ile ilgili kullandığımız bu sözcük, “Üzerinde ince bir gömlek vardı.” cümlesinde gerçek anlamı ile kullanılmıştır. “Yaşlı kadına yer vermen ince bir davranıştı.” cümlesinde ise sözcük gerçek anlamı ile kullanılmamıştır. Bu cümlede yeni bir anlamda kullanılmıştır. Sözcüğün gerçek anlamından uzaklaşarak kazanmış olduğu bu yeni anlam, mecaz anlamdır. İnce sözcüğü bu cümlede “beğenilen, güzel” anlamında kullanılmıştır. “Çocuğu hep ağır çantayı kaldıramadı.” “Evin camlarını kırmışlar.” “Bahçedeki kuru otları yakmış.” Yukarıdaki cümlelerde altı çizili sözcükler gerçek; “Çocuğu ağır işlerde çalıştırmışlar.” “N'olur beni kırma, maça birlikte gidelim.” “Sınavda yüksek not alamazsam yandım.” cümlelerinde ise mecaz anlamda kullanılmıştır.

SOMUT VE SOYUT ANLAM
Sözcükler varlıkları ve kavramları karşılar. Varlık, madde olarak bulunan yani duyu organlarıyla algılanabilen bir nitelik taşır. İşte duyu organlarımız yardımıyla algılayabildiğimiz sözcüklere somut anlamlı sözcükler denir. Örneğin “ağaç, insan, dağ, kalem, bulut...” somut sözcüklerdir. Ama kavramlar duyu organlarımız ile algılanamaz. “Üzüntü, sevgi, özlem, kin, akıl” gibi sözcükleri herhangi bir duyumuzla algılayamayız. İşte bu tür sözcüklere de soyut anlamlı sözcükler denir.

TERİM ANLAM
Herhangi bir bilim, sanat ya da meslekle ilgili özel bir kavramı karşılayan sözcüklere terim denir. Matematikte kullanılan açı, üçgen, karekök... Edebiyatta kullanılan öykü, ölçü, kafiye, dize... Sosyal bilgilerde kullanılan iklim, ölçek, eş yükselti… Fen bilgisinde kullanılan hücre, soymuk boruları, sindirim sistemi, sinir... sözcükleri terimdir. Çünkü bunlar yukarıda adı geçen alanlar ile ilgili özel anlamı olan sözcüklerdir.

EŞ ANLAM
Aynı kavramı karşılayan farklı sözcüklere eş anlamlı sözcükler denir. Ayakkabı - kundura Siyah - kara Rehber - kılavuz... Yukarıdaki sözcükler farklı yazılışlarda olsa da aynı varlık ya da kavramı anlattığından eş anlamlıdır.
KARŞIT (ZIT) ANLAM
Birbirine karşıt kavramları karşılayan sözcüklere karşıt anlamlı sözcükler denir. Karşıt anlamlı sözcükler iki zıt noktayı belirtir. Güzel - çirkin Sevmek - nefret etmek Gece - gündüz... Burada yeri gelmişken, her sözcüğün karşıt anlamlısının olmadığını da belirtelim. Örneğin “su, aramak, yeşil...” gibi sözcüklerinin karşıt anlamlısı yoktur.

DEYİM
Birden fazla sözcükten meydana gelen, sözcüklerden en az birisi mecaz anlamıyla kullanılan söz öbekleridir. Deyimlerin en önemli özelliklerinden biri en az iki sözcükten oluşmalarıdır. “Dikmek” sözcüğü tek başına deyim olmaz. Deyimi oluşturması için bir başka sözcükle kullanılması gerekir. Örneğin “göz” sözcüğü ile kullanıldığında, “göz dikmek” olur ki, bu sözler deyimdir. Artık “dikmek” sözcüğü gerçek anlamını yitirmiştir. Deyimlerin önemli özelliklerinden biri de kalıplaşmış sözler olmalarıdır. Deyimi oluşturan sözcüklerden en az biri kendi anlamlarından uzaklaşmıştır. “Dil uzatmak” “Küplere binmek”  “Saman altından su yürütmek” deyimlerini düşünelim. Bu deyimleri oluşturan sözcükler artık gerçek anlamında değildir. “Dil uzatmak” birine kötü söz söylemek, “Küplere binmek” çok sinirlenmek, “Saman altından su yürütmek” ise başkalarına sezdirmeden gizli işler yapmak anlamına gelen birer deyimdir.

SESTEŞ (EŞ SESLİ) SÖZCÜKLER
Yazılışları aynı, anlamları farklı sözcüklere sesteş sözcükler denir. “Su gelir güldür güldür Gel de yâr beni güldür.” Yukarıdaki dizelerde “güldür” sözcükleri yazım bakımından aynı seslerden oluşmuş; ama farklı anlamlarda sözcüklerdir. Sadece yazım bakımından benzeşmiştir. Birinci dizedeki suyun akarken çıkardığı “yansıma ses”; ikinci dizedeki ise “gülmek” eyleminden türetilen “güldürmek” eylemi. “Bu yüz bana yabancı gelmedi.” “Ben her şeyi bilemem ki.” “Bu çay yazın kurur.” cümlelerindeki altı çizili sözcüklerin sesteşi vardır.

DOLAYLAMA
Bir sözcüğü birden fazla sözcükle ifade etmeye dolaylama denir. Dolaylamaların temelinde halkın benimsemesi vardır. Örneğin bizler nasıl oluştuğuna pek bakmadan “aslan” için “ormanların kralı” deriz. Çünkü insanlar arasında bu, öyle benimsenmiş, kabul görmüştür. Kaleci: File bekçisi Turizm: Bacasız sanayi Kömür: Kara elmas...

YANSIMA SÖZCÜKLER
Doğada duyulan seslerin taklit edilmesiyle oluşan sözcüklere yansıma denir. “Suyun şırıltısı insanı dinlendirir.” “Kedinin acı miyavlaması ile uyandım.” “Şu cızırtıyı durdurun artık.” cümlelerindeki altı çizil sözcükler birer yansımadır. Çünkü bu sesleri biz doğada duyuyoruz.

İKİLEME
Sözün anlamını pekiştirmek, onu zenginleştirmek ya da değişik anlam ilgileri oluşturmak için iki sözün bir araya getirilmesiyle oluşan söz öbeklerine ikileme denir. İkilemeler aynı sözcüğün tekrarıyla, yakın anlamlı sözcüklerin tekrarıyla, karşıt anlamlı sözcüklerin tekrarıyla, biri anlamlı biri anlamsız sözcüklerle yapılabilir. “Adam acı acı güldü.” cümlesinde ikileme aynı sözcüğün tekrarı ile, “Yalan yanlış sözlerle bizi oyalamışlardı.” cümlesinde yakın anlamlı sözcüklerin bir arada kullanılması ile, “Gece gündüz çalışıyordu.” cümlesinde karşıt anlamlı sözcüklerin bir arada kullanılması ile, “Lütfen saçma sapan konuşma.” cümlesinde ikileme biri anlamlı, biri anlamsız sözcüklerin birlikte kullanılması ile oluşmuştur.

AD AKTARMASI
Benzetme ilgisi kurmadan bir sözün, başka bir sözün yerine kullanılmasına ad aktarması denir. “Seni şirketten aradılar.” cümlesinde “şirket” sözcüğünde ad aktarması vardır. Burada şirkette görevli birinin, örneğin sekreterin araması söz konusudur. Ama cümlede “şirketten” sözü ile genel söylenip, özel anlam anlatılmak istenmiştir. “Ben ortaokulda Akif'i çok okudum.” cümlesinde “Akif” sözü ile Mehmet Akif'in şiirleri kastedilmiştir. “Öğretmen içeri girince sınıf ayağa kalktı.” cümlesinde “sınıf” sözcüğünde ad aktarması vardır. Bu cümlede “sınıf” ile anlatılmak isten “öğrenciler”dir. Dış söylenerek iç kastedilmiştir. “Batı teknolojide bizden ileridir.” “Türkiye sizinle gurur duyuyor.” “Soba yanınca oda ısındı.” cümlelerindeki altı çizili sözcüklerde ad aktarması söz konusudur.



  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

12. SINIF 3. ÜNİTE ŞİİR TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERS NOTLARI (2023-2024)

3. ÜNİTE ŞİİR 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERS NOTLARI    (2023-2024) 1. SAF (ÖZ) ŞİİR ANLAYIŞI   SAF (ÖZ) ŞİİRİN O...